Siyasilerin Öğretmenleri Ötekileştirmesini Reddediyoruz.



SİYASİLERİN ÖĞRETMENLERİ ÖTEKİLEŞTİRMESİNİ REDDEDİYORUZ.

Siyasilerin öğretmenleri kendilerine yakınkıklarına göre tasnif ettiği ve ötekileştirdiği bir anlayışı reddediyoruz. . Öğretmenler istikbalimizin teminatı olan nesillerimizi yetiştirme görevlerini yaparken gündelik siyasetin üstünde milli mutabakatımızın ifadesi olan değerlere göre hareket eden bir ilim ve irfan ordusudur. Aynı şekilde öğretmenlerimizin ekonomik ve özlük haklarının savunucusu sendikaların da siyasilerin duruşuna göre hiza almasını da kabul etmiyoruz.

Mustafa Güçlü
Anadolu-Sen Konfederasyonu Genel Başkanı

Genel Başkanın sendika siyaset ilişikisine dair makaleleri

http://www.anadolueksen.org/15/SENDIKA-SIYASET-ILISKISI

Makale metni


Sendikaların en önemli işlevlerinin başında ekonomik, sosyal-kültürel ve siyasi işlevleri gelmektedir. Bu işlevlerin içinde siyasi işlev çok hassas bir noktayı teşkil etmektedir. Zira insanın var olduğu her yerde toplum; toplumun var olduğu her yerde de bir kurum olarak siyaset olagelmiştir. Gündelik sıcak siyasetle uğraşmayan hatta bilinçli olarak ilgilenmeyen bireyler, bazı konularda hükümetin kendisi ile ilgili bir konuda çıkardığı bir kanun vesilesiyle siyasallığın bir kenarında yer almakta ve mecburen siyasetle ilgilenmektedir. İnsanın siyasallığı, toplumsallığından ve bireysel durumundan bağımsız olamayacak bir varoluşsal durumdur. Bu kapsamda “siyasal toplumsallaşmaya, insan için kendisini içinde huzurlu hissettiği, doğrularını paylaştığı ve değerlerini benimsediği bir “dünya”ya dâhil olma ve yine bu yolla bir tür “ötekilerin dünyası”ndan kendisini ayrıştırma sürecidir” denilebilir. Siyasal partiler, sendikalar, sivil toplum kuruluşları ve olağan üstü sosyal, kültürel ve ekonomik olayların her biri, bireyin siyasal toplumsallaşma sürecine etki eden ana unsurlardır.



İnsanın varoluşuyla birlikte nerdeyse onunla iç içe olan siyaset, “bir görüş ve anlayışa göre, toplumda yaşayan insanlar arasında bir çatışma, bir mücadele ve kavgadır. İnsanlar yaradılışları, sosyal ve ekonomik durumları bakımından değişik çıkarlara sahiptirler. Aralarındaki düşünce çıkar ve psikolojik eğilim farklarından doğan çatışma siyasetin temelini oluşturur. Bu görüşü benimsemeyenlere göre ise siyasetin amacı, her şeyden önce toplumda bütünlüğü sağlamak, özel çıkarlara karşı koyarak genel yararı ve insanların “ortak iyiliğini” gerçekleştirmektir. Bu görüşü savunanlara göre siyaset, herkesin yararına olan bir toplum düzeni kurma çabasıdır.” İki görüşün ortasını bulan üçüncü bir görüşe göre ise “siyaset, hem bir çatışma ve iktidar mücadelesi hem de aynı zamanda toplumda düzeni oluşturmanın bir aracıdır.” Farklı görüşler ortaya konsada aslında bir toplumda siyasetin niteliğini belirleyen ana etken, yapı ve kurumların varlık kazandığı toplumsal zemindir. Siyasetin toplumsal zemini aynı zamanda toplumun kültürünü de siyasi tahlile katmaktadır. Yine aynı şekilde her toplumda farklı siyasi kültürler de mevcut olabilir. Bu farlılıkları bir çatışma unsuru değil düşünce zenginliği olarak görmek, buna paralel olarak bu ihtilafları çözebilecek ya da en azından çatışmaya dönüştürmeden devam edebileceği asgari bir mutabakat çerçevesinin çizilebileceği siyasi iklimi toplumlar üretebilmelidir.



Konunun özü itibariyle siyaset yapma işini sadece siyasi partilerin tekeline veren, sivil toplumu bu tekelin dişleri arasında öğüten bir siyasi kültürün, siyaseti bir ikna etme sanatı eksenine çekmesi ve siyasal toplumsallaşmayı sağlıklı bir mahiyette sağlaması mümkün değildir. Her ne kadar bu noktadan olumluya doğru akan bir süreç var gibi gözükse de maalesef ki mevcut reel siyaset anlayışı ağırlıklı olarak tarifi yapılan negatif mecrada akmaktadır. Siyasetin toplum nazarındaki bu olumsuz imajının silinerek, sivilliği de ön planda tutan bir medeni siyasi kültür ve üslubun inşa edilebilme imkânı ancak demokratik hukuk devleti çerçevesinin hâkim olduğu bir toplumsal yapıda mümkündür. Ancak her şeyden önce “hukuku ve kurumları değiştirmek fevkalade mühimdir fakat ehemmiyetli olan onları hayata geçirecek insanların, ruhun ve kültürün değişimidir.” Eğer bu değişim gerçekleşirse işte o zaman “toplum kendisini, demokrasiyi, sivilleşmeyi, özgürlüğü ve siyaseti keşfetmiş olacaktır. Böylece siyasetin alanı ve tabanı da genişleyecektir.”



Demokratik bir sistemde “siyaset” kuramsal olarak iki alana ayrıştırılmakta ve birbirleri açısından denge ve denetim sistemi işlevi görmesinin sağlanması öngörülerek güvence altına alınmaktadır. Bir yanda devletin temsil ettiği “kamu alanında” bir nevi “mekanik sistemin” adeta “işlemcileri” konumda algılanan bürokrasi, yani atanmış “kamu çalışanları kadroları” diğer yanda “özel alanda” bir nevi “organik sistemin” adeta “eylemcileri” konumunda algılanan siyasi yapılar, yani “seçilmiş kadrolar”. Kamu alanındaki faaliyetlerin, daha “insani boyutlarda” tutulmasını sağlamak amacıyla, mekanik bir mahiyette işlemesi gereken “kamusal işlemler”, özel alandaki organik sistemlerin eylemleri tarafından “denge ve denetim” altında tutulmaktadır. Ancak demokratik bir sistemde memurlar her ne kadar mekanik bir sistemin işlemcileri konumunda bir kamu hizmeti “işlevi” yerine getirseler de, aynı zamanda kurdukları sendikalar ile de özel alanda siyasi işleyişi denetleme ve gözetleme noktasında “eylem” icra etmektedirler. Yani normal ölçülerde işleyen tüm bu süreçler esasında yönetsel bir mekanizmadan ibaret olan demokratik sistemi güvence altına almaya amaçlamaktadır.



Ülkemizdeki memur sendikalarının en önemli işlevlerinden biri de, sağlam temellere oturtulmuş demokratik bir hukuk devletinin inşasına gönül vererek gayret etmek olmalıdır. Aynı noktadan hareketle sendika üyesi kamu çalışanlarının en önemli görevlerinden biri de üyesi oldukları sendikaların elde ettikleri kurumsal iradelerini, politize olarak siyasi partilerin adeta emrine verip, “gölge varlık” konumu düşmesini engellemektir. Ne var ki sendikacılığın ülkemizdeki müktesebatına baktığımız zaman durumun bu noktada pek parlak olmadığı ortadadır. Bu nedenle sendikaların bu duruma son vererek, gerçek kimliklerine bürünüp “asli varlık” konumuna geçmeleri lazımdır.



Netice itibariyle tabi ki sendikalar işlevlerinin bir gereği olarak siyasi işleyişin ve siyasetin içinde temel aktörlerden biridir. Zira siyaset sosyolojinde siyasal partiler, sendikalar, sivil toplum kuruluşları ve olağan üstü sosyal, kültürel ve ekonomik olayların her biri, bireyin siyasal toplumsallaşma sürecine etki eden ana unsurlardır. Buradaki ince ayrım, sivil toplum örgütleri açısından önemli olan şeyin, kamu çalışanları ve ülke meseleleri ile ilgili konularda, siyasetin bir aracı olan siyasi partilerin arka bahçesinde adeta bir figüran olarak rol alan değil, onlardan yapı olarak bağımsız, sivil bir dil ve üslupla konulara yaklaşan bir anlayışla fikir ve eylem üretmektir.


 Okunma Sayısı : 1072         25 Kasım 2020

Yorumlar

Yorum Yap

Adınız Soyadınız

Girilecek rakam : 858529

Lütfen yukarıdaki rakamları yazınız.