DEMEOKRASİ BİLİNCİ VE SENDİKALAR Türkiye gibi ülkelerin en büyük sorunu demokrasi bilinci ve demokrasi kültürünün eksikliğidir. Birincisi devlet içerisinde örgütlenmiş kurumların temsilcileri, emekçileri ve sendikaları toplumsal gelişmenin bir parçası olarak algılamak yerine onları etkisizleştirmeye çalışan arayışlar içerisine girmektedir. İkincisi zaten demokratik geleneği zayıf olan bu ülkelerde seçimle gelenler dahi demokratik değerleri içselleştiremedikleri için çok kolay bir şekilde çoğulculuğu reddeden, sayısal üstünlüğü mutlak bir hâkimiyet anlayışına dönüştüren tutumlara kayabilmektedir. Hâlbuki demokrasinin işleyiş mekanizması sivil toplumun taleplerinin politikaya dönüştürülmesini sürekli hale getirir. Sivil toplumun ve onun taleplerini etkisiz kılma çabası ise bütünüyle demokrasi bilinci eksikliğini ortaya koyan bir tavırdır.[1] Bazen de kendi içyapılarından kaynaklı sendikalar sivil toplum ile devlet arasındaki ilişkileri düzenlemede en önemli toplumsal örgütlenme iken birden iktidar veya muhalefetin bir parçası haline dönüşebilmekte ve “anlam üretme”yi öncelemektedir. Çünkü karar vermede maddi çıkarlardan ziyade “kimlik inşası” temel unsurdur. Hatta kurumlar aktörlerin yalnızca tercihlerini belirlemez aynı zamanda bir düzeye kadar onları da yaratır. Verili bir kurumsal düzende aktörler genellikle hangi eylemin kendi çıkarını maksimize edeceğini bilemezler. Onun yerine “ben kimim” sorusuna yanıt arar. Halbu ki rasyonel seçişin en önemli kaygısı stratejiktir ve sorun çözme üzerine kurulu olup, belirsizliklerin kurumlar tarafından ortadan kaldırılmasını önceler. Bu açıdan aktör-merkezli bir işlevselcilik içerir. Buna göre kurumların varoluş nedeni araçsal rasyonelliğe sahip bireylerin öngörülebilir kazanımlara sahip olması kaygısıdır. Avrupa Birliği’ne uyumda rasyonel seçiş yaklaşımının önemi müzakere sürecindeki kurumsallaşmanın belirsizlikleri azaltmasıdır. Bu noktada siyasal ve/ya inanç merkezli zihniyetle hareket eden sendikalar, bu rasyonel seçişi yapamaz.[2] Bu durumda ise sendikaları, toplumsal meseleler karşısında alternatif düşünceler ve pratikler üretmenin bir aracı olan “siyasetin kurumunun”[3] işleyişinde etken değil edilgen bir konuma mahkûm etmektedir. Hâlbuki demokratik bir sistemde “siyaset” kuramsal olarak iki alana ayrıştırılmakta ve birbirleri açısından denge ve denetim sistemi işlevi görmesinin sağlanması öngörülerek güvence altına alınmaktadır. Bir yanda devletin temsil ettiği “kamu alanında” bir nevi “mekanik sistemin” adeta “işlemcileri” konumda algılanan bürokrasi, yani atanmış “kamu çalışanları kadroları” diğer yanda “özel alanda” bir nevi “organik sistemin” adeta “eylemcileri” konumunda algılanan siyasi yapılar, yani “seçilmiş kadrolar”. Kamu alanındaki faaliyetlerin, daha “insani boyutlarda” tutulmasını sağlamak amacıyla, mekanik bir mahiyette işlemesi gereken “kamusal işlemler”, özel alandaki organik sistemlerin eylemleri tarafından “denge ve denetim” altında tutulmaktadır. Ancak demokratik bir sistemde memurlar her ne kadar mekanik bir sistemin işlemcileri konumunda bir kamu hizmeti “işlevi” yerine getirseler de, aynı zamanda kurdukları sendikalar ile de özel alanda siyasi işleyişi denetleme ve gözetleme noktasında “eylem” icra etmektedirler. Yani normal ölçülerde işleyen tüm bu süreçler sendikaları işlev olarak yönetsel bir mekanizmadan ibaret olan demokratik sistemi güvence altına almayı amaçlamaktadır. Bu kapsamda ülkemizdeki memur sendikalarının en önemli işlevlerinden biri de, sağlam temellere oturtulmuş demokratik bir hukuk devletinin inşasına gönül vererek gayret etmek olmalıdır. Netice itibariyle tabi ki sendikalar işlevlerinin bir gereği olarak siyasi işleyişin ve siyasetin içinde temel aktörlerden biridir. Zira siyaset sosyolojisinde siyasal partiler, sendikalar, sivil toplum kuruluşları ve olağan üstü sosyal, kültürel ve ekonomik olayların her biri, bireyin siyasal toplumsallaşma sürecine etki eden ana unsurlardır. Buradaki ince ayrım, sendikalar açısından önemli olan şeyin, kamu çalışanları ve ülke meseleleri ile ilgili konularda, sivil bir dil ve üslupla konulara yaklaşan bir anlayışla fikir ve eylem üretmesidir.[4] Demokratikleşme süreci siyasi bir süreçtir. Sivil toplum/sendika, siyasi alanla ilişkili olduğu sürece demokratikleşme sürecine destek verebilecektir. Bu ilişkili olma hali, ne siyasetin mutlak güdümüne girme hali olmalı, ne de onun alternatifi olma iddiasını taşımalıdır. Sivil toplum kuruluşları/sendikalar, ancak; toplumun sivil toplum vizyonunu genişleten, kamuyu ilgilendiren sorunların daha rahat ve daha ayrıntılı bir şekilde anlaşılmasını sağlayan ve vatandaşların birlikte hareket etme kapasitesini güçlendiren toplumsal araçlar olarak algılandığı sürece siyasi demokratikleşme sürecine katkı sunabilirler.[5] Bu bağlam da Türkiye’de unutulan veya özellikle göz ardı edilen nokta Sendikaların kendilerinin siyasetin içinde olup, siyasi parti olmadan çalışmalarına devam edebilmeleridir. Siyasetin sadece siyasetçilere özgü olmadığı ve sendikal taleplerin çoğunun ancak siyaset yolu ile çözülebilecek olması sendikaların siyaset içinde bulunmasının da temel nedenlerini oluşturmaktadır. Kısaca sendikal talepleri sadece işyeri düzeyindeki ücret pazarlıkları ile çözümleyebilmek mümkün değildir.[6] Kısacası sendikaların günümüzde emek sahiplerinin her geçen gün daralan haklarını genişletmeye yönelik strateji geliştirmede zorlanması bunu aşamanın yolunun da siyasi mekanizmaların çalışanların haklarına daha duyarlı hale gelmesine yönelik faaliyetler yapılmasından geçtiği açıktır. Bu nedenle sendikalar, siyasi partilerden bağımsız, siyaset kurumunun sivil siyaset üreten aktif kuruluşu olma hüviyetlerini geliştirirken, sendikacılarında partici siyasetçilerin güdümüne girmeden, bağımsız olarak sivil siyasetçi kimliklerini geliştirerek sosyal siyaset alanına sosyal politikalar sunma gayreti içine girmeleri gerekmektedir. Mustafa Güçlü Anadolu Sen Konfederasyonu Genel Başkanı [1] KUMLU, Mustafa, Konuşmalar, TES İş Eğitim Yayınları, 1.Baskı, Kasın 2010, Sayfa 208 [2] UYANIK, Mevlüt, GÜÇLÜ, Mustafa, Sendika ve Sivil Toplum, Anadolu-Sen Konfederasyonu Yayınları, Ankara, 2015, Sayfa 36 [3] AKIN, Mahmut H, Siyasallığın Toplumsal İnşası, Çizgi Kitapevi, Şubat 2013, Sayfa 134 [4] GÜÇLÜ, Mustafa, UYANIK, Mevlüt, Sendika ve Sivil Toplum, Anadolu-Sen Konfederasyonu Yayınları, Ankara, 2015, Sayfa 30 [5] BAYRAKTAR, Ulaş, Hangi Sivil Toplum? Nasıl Bir Demokrasi? Sivil Toplum Düşünce ve Araştırma Dergisi, 03/9, Ocak-Mart, 2005, Sayfa 22 [6] LORDOĞLU, Kuvvet, Türkiye’de Mevcut Bazı Sendikaların Liderlik ve Yönetim Anlayışları, Çalışma ve Toplum, 2004/1, Sayfa 91
DEMEOKRASİ BİLİNCİ VE SENDİKALAR
Türkiye gibi ülkelerin en büyük sorunu demokrasi bilinci ve demokrasi kültürünün eksikliğidir. Birincisi devlet içerisinde örgütlenmiş kurumların temsilcileri, emekçileri ve sendikaları toplumsal gelişmenin bir parçası olarak algılamak yerine onları etkisizleştirmeye çalışan arayışlar içerisine girmektedir. İkincisi zaten demokratik geleneği zayıf olan bu ülkelerde seçimle gelenler dahi demokratik değerleri içselleştiremedikleri için çok kolay bir şekilde çoğulculuğu reddeden, sayısal üstünlüğü mutlak bir hâkimiyet anlayışına dönüştüren tutumlara kayabilmektedir. Hâlbuki demokrasinin işleyiş mekanizması sivil toplumun taleplerinin politikaya dönüştürülmesini sürekli hale getirir. Sivil toplumun ve onun taleplerini etkisiz kılma çabası ise bütünüyle demokrasi bilinci eksikliğini ortaya koyan bir tavırdır.[1] Bazen de kendi içyapılarından kaynaklı sendikalar sivil toplum ile devlet arasındaki ilişkileri düzenlemede en önemli toplumsal örgütlenme iken birden iktidar veya muhalefetin bir parçası haline dönüşebilmekte ve “anlam üretme”yi öncelemektedir. Çünkü karar vermede maddi çıkarlardan ziyade “kimlik inşası” temel unsurdur. Hatta kurumlar aktörlerin yalnızca tercihlerini belirlemez aynı zamanda bir düzeye kadar onları da yaratır. Verili bir kurumsal düzende aktörler genellikle hangi eylemin kendi çıkarını maksimize edeceğini bilemezler. Onun yerine “ben kimim” sorusuna yanıt arar. Halbu ki rasyonel seçişin en önemli kaygısı stratejiktir ve sorun çözme üzerine kurulu olup, belirsizliklerin kurumlar tarafından ortadan kaldırılmasını önceler. Bu açıdan aktör-merkezli bir işlevselcilik içerir. Buna göre kurumların varoluş nedeni araçsal rasyonelliğe sahip bireylerin öngörülebilir kazanımlara sahip olması kaygısıdır. Avrupa Birliği’ne uyumda rasyonel seçiş yaklaşımının önemi müzakere sürecindeki kurumsallaşmanın belirsizlikleri azaltmasıdır. Bu noktada siyasal ve/ya inanç merkezli zihniyetle hareket eden sendikalar, bu rasyonel seçişi yapamaz.[2] Bu durumda ise sendikaları, toplumsal meseleler karşısında alternatif düşünceler ve pratikler üretmenin bir aracı olan “siyasetin kurumunun”[3] işleyişinde etken değil edilgen bir konuma mahkûm etmektedir.
Hâlbuki demokratik bir sistemde “siyaset” kuramsal olarak iki alana ayrıştırılmakta ve birbirleri açısından denge ve denetim sistemi işlevi görmesinin sağlanması öngörülerek güvence altına alınmaktadır. Bir yanda devletin temsil ettiği “kamu alanında” bir nevi “mekanik sistemin” adeta “işlemcileri” konumda algılanan bürokrasi, yani atanmış “kamu çalışanları kadroları” diğer yanda “özel alanda” bir nevi “organik sistemin” adeta “eylemcileri” konumunda algılanan siyasi yapılar, yani “seçilmiş kadrolar”. Kamu alanındaki faaliyetlerin, daha “insani boyutlarda” tutulmasını sağlamak amacıyla, mekanik bir mahiyette işlemesi gereken “kamusal işlemler”, özel alandaki organik sistemlerin eylemleri tarafından “denge ve denetim” altında tutulmaktadır. Ancak demokratik bir sistemde memurlar her ne kadar mekanik bir sistemin işlemcileri konumunda bir kamu hizmeti “işlevi” yerine getirseler de, aynı zamanda kurdukları sendikalar ile de özel alanda siyasi işleyişi denetleme ve gözetleme noktasında “eylem” icra etmektedirler. Yani normal ölçülerde işleyen tüm bu süreçler sendikaları işlev olarak yönetsel bir mekanizmadan ibaret olan demokratik sistemi güvence altına almayı amaçlamaktadır. Bu kapsamda ülkemizdeki memur sendikalarının en önemli işlevlerinden biri de, sağlam temellere oturtulmuş demokratik bir hukuk devletinin inşasına gönül vererek gayret etmek olmalıdır. Netice itibariyle tabi ki sendikalar işlevlerinin bir gereği olarak siyasi işleyişin ve siyasetin içinde temel aktörlerden biridir. Zira siyaset sosyolojisinde siyasal partiler, sendikalar, sivil toplum kuruluşları ve olağan üstü sosyal, kültürel ve ekonomik olayların her biri, bireyin siyasal toplumsallaşma sürecine etki eden ana unsurlardır. Buradaki ince ayrım, sendikalar açısından önemli olan şeyin, kamu çalışanları ve ülke meseleleri ile ilgili konularda, sivil bir dil ve üslupla konulara yaklaşan bir anlayışla fikir ve eylem üretmesidir.[4]
Demokratikleşme süreci siyasi bir süreçtir. Sivil toplum/sendika, siyasi alanla ilişkili olduğu sürece demokratikleşme sürecine destek verebilecektir. Bu ilişkili olma hali, ne siyasetin mutlak güdümüne girme hali olmalı, ne de onun alternatifi olma iddiasını taşımalıdır. Sivil toplum kuruluşları/sendikalar, ancak; toplumun sivil toplum vizyonunu genişleten, kamuyu ilgilendiren sorunların daha rahat ve daha ayrıntılı bir şekilde anlaşılmasını sağlayan ve vatandaşların birlikte hareket etme kapasitesini güçlendiren toplumsal araçlar olarak algılandığı sürece siyasi demokratikleşme sürecine katkı sunabilirler.[5] Bu bağlam da Türkiye’de unutulan veya özellikle göz ardı edilen nokta Sendikaların kendilerinin siyasetin içinde olup, siyasi parti olmadan çalışmalarına devam edebilmeleridir. Siyasetin sadece siyasetçilere özgü olmadığı ve sendikal taleplerin çoğunun ancak siyaset yolu ile çözülebilecek olması sendikaların siyaset içinde bulunmasının da temel nedenlerini oluşturmaktadır. Kısaca sendikal talepleri sadece işyeri düzeyindeki ücret pazarlıkları ile çözümleyebilmek mümkün değildir.[6]
Kısacası sendikaların günümüzde emek sahiplerinin her geçen gün daralan haklarını genişletmeye yönelik strateji geliştirmede zorlanması bunu aşamanın yolunun da siyasi mekanizmaların çalışanların haklarına daha duyarlı hale gelmesine yönelik faaliyetler yapılmasından geçtiği açıktır. Bu nedenle sendikalar, siyasi partilerden bağımsız, siyaset kurumunun sivil siyaset üreten aktif kuruluşu olma hüviyetlerini geliştirirken, sendikacılarında partici siyasetçilerin güdümüne girmeden, bağımsız olarak sivil siyasetçi kimliklerini geliştirerek sosyal siyaset alanına sosyal politikalar sunma gayreti içine girmeleri gerekmektedir.
Mustafa Güçlü
Anadolu Sen Konfederasyonu
[1] KUMLU, Mustafa, Konuşmalar, TES İş Eğitim Yayınları, 1.Baskı, Kasın 2010, Sayfa 208
[2] UYANIK, Mevlüt, GÜÇLÜ, Mustafa, Sendika ve Sivil Toplum, Anadolu-Sen Konfederasyonu Yayınları, Ankara, 2015, Sayfa 36
[3] AKIN, Mahmut H, Siyasallığın Toplumsal İnşası, Çizgi Kitapevi, Şubat 2013, Sayfa 134
[4] GÜÇLÜ, Mustafa, UYANIK, Mevlüt, Sendika ve Sivil Toplum, Anadolu-Sen Konfederasyonu Yayınları, Ankara, 2015, Sayfa 30
[5] BAYRAKTAR, Ulaş, Hangi Sivil Toplum? Nasıl Bir Demokrasi? Sivil Toplum Düşünce ve Araştırma Dergisi, 03/9, Ocak-Mart, 2005, Sayfa 22
[6] LORDOĞLU, Kuvvet, Türkiye’de Mevcut Bazı Sendikaların Liderlik ve Yönetim Anlayışları, Çalışma ve Toplum, 2004/1, Sayfa 91
Adınız Soyadınız
E-Posta
Girilecek rakam : 607420
Lütfen yukarıdaki rakamları yazınız.